Şimon Peres baltayı taşa vurdu.Bizim" Kasımpaşalı Başbakanımızı "hafife aldı :D
Şarkıyı bilmediği içindir herhalde;
kasımpaşalıyım eli maşalıyım
çok sugarım ama yandan paçalıyım
kasımpaşalıyım eli maşalıyım
içtim kafam kıyak biraz cilalıyım .
Geçmiş olsun peres....
30 Ocak 2009 Cuma
29 Ocak 2009 Perşembe
Dikkat Femdom'lar geliyor.Kaçııııııınn..
Çok tehlikeli çokk.Kim mi?
Femdomlar yani (female domination)baskın dişiler.Bir bdsm türüymüş onunda anlamı b=bondage d=discipline d=domination s=submission / s=sadism m=masochism ın kısaltmasıymış.Mış diyorum çünkü daha yeni öğrendim . :D
Çok garipbir fetiş türü hatta bir basamak yukarısı diyelim.
Halbuki ben masum bir şekilde Hdd(harddisk)mi slave yapmak için google da bilgi arıyordum.Normalde hdd'nin üstünde grafik gösterimi olur.Ama benim ki üstü çizik içinde slave gösterimi olduğu yer net değil.
Neyse femdomlara geri dönelim .Bu hanımlar Master(efendi) olarak hükmederken zavallı erkekler köle(slave)olarak efendileri ne isterse onu yaparlar.
Bunlar;
a. trampling: türkçeye "çiğnemek" diye çevrilebilecek olan trampling, yere sırt üstü veya yüz üstü uzanmış olan kölenin üstüne, tercihe dayalı olarak topuklu ayakkabıyla veya çıplak ayakla, sahibenin çıkmasına denir.
b. smothering: dilimize "nefes almayı zorlaştırmak" gibi garip bir şekilde çevirebileceğim bu aktivitede ise; sahibe, vücudunu (genellikle kalçasını) kullanarak kölenin kısa bir süre nefes almasını engeller.
c. foot worship: ayak fetişizmi; femdom camiasında sıkça uygulanmaktadır. femdom'un ayak fetişizminden ayrıldığı nokta ise; çıplak ayak dışında; topuklu ayakkabıların veya dize kadar olan çizmelerin de kullanılmasıdır.
d. whipping: kırbaçlamak. en çok kullanılan femdom malzemelerinin başında gelen kırbaç, neredeyse bütün femdomcular tarafından sevgi ve saygıyla karşılanır. kırbaç yerine dal parçası da kullanılabilir.
e. spanking: şaplak atmak. çıplak elle veya tarak arkası gibi düz yüzeyli aletlerle; sahibenin, kölenin kaba etine vurmasıyla gerçekleşir.
f. bondage: bandajlamak, bağlamak. kölenin; elinin, kolunun, ayağının bağlanmasıdır.
g. human furniture: dilimize mobilya insan olarak çevrilebilecek bu aktivitede, erkek; sahibesine kah bir sandalye kah bir masa görevi görür.
Tabii bide strap-on'lar var !
Bu durum da şöyle demek daha doğru olur herhalde ,
"Strapon çıktı mertlik bozuldu" :D
Çok tehlikeli çok bu hanımlardan uzak durulmalı.
Not:Bir Türk Femdom'un kurduğu siteyi burdan inceleyebilirsiniz.
Femdomlar yani (female domination)baskın dişiler.Bir bdsm türüymüş onunda anlamı b=bondage d=discipline d=domination s=submission / s=sadism m=masochism ın kısaltmasıymış.Mış diyorum çünkü daha yeni öğrendim . :D
Çok garipbir fetiş türü hatta bir basamak yukarısı diyelim.
Halbuki ben masum bir şekilde Hdd(harddisk)mi slave yapmak için google da bilgi arıyordum.Normalde hdd'nin üstünde grafik gösterimi olur.Ama benim ki üstü çizik içinde slave gösterimi olduğu yer net değil.
Neyse femdomlara geri dönelim .Bu hanımlar Master(efendi) olarak hükmederken zavallı erkekler köle(slave)olarak efendileri ne isterse onu yaparlar.
Bunlar;
a. trampling: türkçeye "çiğnemek" diye çevrilebilecek olan trampling, yere sırt üstü veya yüz üstü uzanmış olan kölenin üstüne, tercihe dayalı olarak topuklu ayakkabıyla veya çıplak ayakla, sahibenin çıkmasına denir.
b. smothering: dilimize "nefes almayı zorlaştırmak" gibi garip bir şekilde çevirebileceğim bu aktivitede ise; sahibe, vücudunu (genellikle kalçasını) kullanarak kölenin kısa bir süre nefes almasını engeller.
c. foot worship: ayak fetişizmi; femdom camiasında sıkça uygulanmaktadır. femdom'un ayak fetişizminden ayrıldığı nokta ise; çıplak ayak dışında; topuklu ayakkabıların veya dize kadar olan çizmelerin de kullanılmasıdır.
d. whipping: kırbaçlamak. en çok kullanılan femdom malzemelerinin başında gelen kırbaç, neredeyse bütün femdomcular tarafından sevgi ve saygıyla karşılanır. kırbaç yerine dal parçası da kullanılabilir.
e. spanking: şaplak atmak. çıplak elle veya tarak arkası gibi düz yüzeyli aletlerle; sahibenin, kölenin kaba etine vurmasıyla gerçekleşir.
f. bondage: bandajlamak, bağlamak. kölenin; elinin, kolunun, ayağının bağlanmasıdır.
g. human furniture: dilimize mobilya insan olarak çevrilebilecek bu aktivitede, erkek; sahibesine kah bir sandalye kah bir masa görevi görür.
Tabii bide strap-on'lar var !
Bu durum da şöyle demek daha doğru olur herhalde ,
"Strapon çıktı mertlik bozuldu" :D
Çok tehlikeli çok bu hanımlardan uzak durulmalı.
Not:Bir Türk Femdom'un kurduğu siteyi burdan inceleyebilirsiniz.
28 Ocak 2009 Çarşamba
Hızlı Tren
Biz uğraşıp duralım.Adamlar yapıyor.Bir hızlı tren yapalım dedik elimize yüzümüze bulaştırdık .Masraflardan geçtim kobay olarak kullanılan insanlarımıza üzülüyorum.
Sonuç olarak suçlu kim treni kullanan makinistler.Zavallı adamlar sonucu bilselerdi kullanırlarmıydı acaba.
Bu video T.C.D.D itaf edilir.
Sonuç olarak suçlu kim treni kullanan makinistler.Zavallı adamlar sonucu bilselerdi kullanırlarmıydı acaba.
Bu video T.C.D.D itaf edilir.
26 Ocak 2009 Pazartesi
Adriana Lima geldi geçti göğsümüzü deldi geçti
Maşallah diyerek başlıyoruz.
Güzelliği bir yana sempatikliği ilede ayrı bir güzelmiş hanımefendi.
Neden victoria secret mankeni seçildiğide açıkça ispatlandı kanımca.
Dünyaya gelmeden(Rabbımız tarafından) önce üstünde epey bir çalışılmış,
uğraşılmış ve bizede seyretmek kalmış.
Şu resimdeki arkadaş ne şanslıymışş.Orasını burasını meslek icabı mıncıklamak bende isterdim :)
Allah herkese böyle güzel işler nasip etsin.
Güzelliği bir yana sempatikliği ilede ayrı bir güzelmiş hanımefendi.
Neden victoria secret mankeni seçildiğide açıkça ispatlandı kanımca.
Dünyaya gelmeden(Rabbımız tarafından) önce üstünde epey bir çalışılmış,
uğraşılmış ve bizede seyretmek kalmış.
Şu resimdeki arkadaş ne şanslıymışş.Orasını burasını meslek icabı mıncıklamak bende isterdim :)
Allah herkese böyle güzel işler nasip etsin.
25 Ocak 2009 Pazar
24 Ocak 2009 Cumartesi
23 Ocak 2009 Cuma
Eskidar'dan Üsküdar'a Fotoğraf Sergisi
İfsak 148. Dönem Proje Grubu üyelerinin ‘ Eskidar’dan Üskidar’a’ konulu fotoğraf sergisi 17 Ocak 2009 tarihinde açılıyor. Proje Danışmanlığını Ufuk Teksoy’un, danışman yardımcılığını ise Murat Coşkunçay’ın üstlendiği sergi 30 Ocak 2009 tarihine kadar İFSAK İbrahim Zaman sergi salonunda fotoğrafseverleri ağırlayacak.
Eskidar’dan Üsküdar’a isimli fotoğraf sergisi, İfsak İbrahim Zaman Sergi salonunda; İfsak Üyeleri, fotoğraf sanatçıları ve sanatseverlerin katılacağı bir programla 17 Ocak cumartesi saat 16:00’da açılacak. Yine Üsküdar fotoğraflarından oluşan bir de slayt gösterisi yapılacak.İFSAK 148. dönem proje grubu; 1 yıl süren yoğun çalışma ile Üsküdar’ı fotoğrafladı.Proje grubu üyeleri duygularını şu cümlelerle aktarıyor; Kış, bahar ve yaz aylarında Üsküdar sokaklarında yürüdük adım adım. Bazen grup olarak bazen de yalnız. Bazen bir detayda saatlerimizi geçirdik, bazen de tepelere çıktık genele varabilmek için. Bazen sabahın erken saatlerinde çınar altında kahvaltıda, bazen de soğuk bir kış gününde yorulunca bir kahvehanede Üsküdarı konuştuk, Üsküdarı düşündük ve en az bir üsküdarlı kadar Üsküdarlı olduk. Ve fotoğraflarımızla anlattık Üsküdar’ı.
İFSAK 148. DÖNEM PROJE GRUBU
Proje katılımcıları:
Ahmet Gürsel, Ayşegül Çelik Soysal, Cihat Sönmez, Çiler Ay, Emriye Bayraktar, Engin Soguksu, Esra Çolak, Ferdi Aşar, Funda Çorbacı, Gülay Zeynep Oğuş, İsa Terli, Jil Pardo, Kadir Kendüzler, Leman Sekman, Meltem Yücel, Merve Ermis, Mustafa Altundağ, Mustafa Filiz, Onur Atmaca, Sema Candar, Senem İlter, Serhat Kasmalar, Şenay San, Yasemin Bakır, Zühal Özgündüz
YER : İfsak İbrahim Zaman Sergi Salonu
ADRES : İstiklal Cad. Ayhan Işık Sok. No:32/2 Beyoğlu / İstanbul
Alıntı:Uzunmetraj
Eskidar’dan Üsküdar’a isimli fotoğraf sergisi, İfsak İbrahim Zaman Sergi salonunda; İfsak Üyeleri, fotoğraf sanatçıları ve sanatseverlerin katılacağı bir programla 17 Ocak cumartesi saat 16:00’da açılacak. Yine Üsküdar fotoğraflarından oluşan bir de slayt gösterisi yapılacak.İFSAK 148. dönem proje grubu; 1 yıl süren yoğun çalışma ile Üsküdar’ı fotoğrafladı.Proje grubu üyeleri duygularını şu cümlelerle aktarıyor; Kış, bahar ve yaz aylarında Üsküdar sokaklarında yürüdük adım adım. Bazen grup olarak bazen de yalnız. Bazen bir detayda saatlerimizi geçirdik, bazen de tepelere çıktık genele varabilmek için. Bazen sabahın erken saatlerinde çınar altında kahvaltıda, bazen de soğuk bir kış gününde yorulunca bir kahvehanede Üsküdarı konuştuk, Üsküdarı düşündük ve en az bir üsküdarlı kadar Üsküdarlı olduk. Ve fotoğraflarımızla anlattık Üsküdar’ı.
İFSAK 148. DÖNEM PROJE GRUBU
Proje katılımcıları:
Ahmet Gürsel, Ayşegül Çelik Soysal, Cihat Sönmez, Çiler Ay, Emriye Bayraktar, Engin Soguksu, Esra Çolak, Ferdi Aşar, Funda Çorbacı, Gülay Zeynep Oğuş, İsa Terli, Jil Pardo, Kadir Kendüzler, Leman Sekman, Meltem Yücel, Merve Ermis, Mustafa Altundağ, Mustafa Filiz, Onur Atmaca, Sema Candar, Senem İlter, Serhat Kasmalar, Şenay San, Yasemin Bakır, Zühal Özgündüz
YER : İfsak İbrahim Zaman Sergi Salonu
ADRES : İstiklal Cad. Ayhan Işık Sok. No:32/2 Beyoğlu / İstanbul
Alıntı:Uzunmetraj
22 Ocak 2009 Perşembe
Atatürk Milliyetçiliği
Bazı arkadaşlar Atatürk'ü sadece 10 Kasım da bloglarında resim koyarak keşke yanımızda olsaydın diyerek anarlar.Ama ilkelerini yaşatmak ve kavramak işlerine gelmez.
İşte Atatürk'ün Milliyetçiliği;
Atatürk Türk Milleti'ni, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına, Türk Milleti denir" sözleri ile tanımlamıştır. Atatürk'e göre, Türk halkı birbiriyle kaynaşmış, müşterek bir geçmişe ve kültüre sahip, milli ülküler için gelecekte birlikte yaşama arzusunda olan bir topluluk olarak, Türk Milleti'ni oluşturur. Atatürk milliyetçiliğinde kendisini Türk sayan ve Türk Milleti'ne mesup olmanın şeref ve bilincine sahip herkes Türk'tür. Bu bilinç, Türk Milleti'ni milli dava için çalışmaya iten en önemli güçtür.
Türk eli büyüktür. Her yeri dolduran Türk'tür ve her yeri aydınlatan Türk'ün yüzüdür. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğim şey olduğu zaman, başka bir alem görülecek ve dünyaya hayret verecektir. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacaktır.
Atatürk milliyetçiliği, başka milletlerin milli kültürlerine ve bağımsızlıklarına saygılıdır. Atatürk'ün, "Bize milliyetçi derler; biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği yapan bütün milletlere saygı gösteririz" sözleri ile, milliyetçilik anlayışının nezaketini ve barışseverliğini ortaya koymuştur. Bu barışsever politika, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözleri ile biçimlenmiştir. Bununla birlikte, Atatürk milliyetçiliğinde ana hedef, Türk Milleti'nin, kendine yakışır şekilde, onurlu ve şerefli bir millet olarak varlığını devam ettirmesidir. Bunun için öncelikli şart bağımsızlıktır; bundan sonra yapılması gereken ise, dünya milletleri arasında, onlarla eşit haklara sahip bir konuma gelmek ve hatta diğer milletlerin liderliğini üstlenebilmektir. Bu milliyetçilik bugünkü vatanımızın sınırlarıyla çizilen, yeni topraklara sahip olma hevesinden arınmış, fakat bağımsız ve özgür yaşamaya kesin azimli, dünya milletlerini bir aile sayan, her milletin haklarına saygılı, kendi haklarını ve haysiyetini korumakta kararlı, diğer bir deyişle "insani bir Türk milliyetçiliği"dir.
Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası ilişkilerde bütün çağdaş milletlerle aynı çizgide ve onlarla uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır.
Bu milliyetçilikte Türk Milleti'nin bağımsızlığı uğruna göze alınamayacak bir fedakarlık yoktur. Çünkü milliyet duygusu, bir toplumda bireylerin kendilerini bütüne bağlı ve onun bir unsuru olarak görmeleri ve o milletin bekası için varlıklarını ortaya koymaya hazır olmalarıdır. Büyük Önder hiçbir zaman ırkçılık temeline dayanan bir milliyetçiliği savunmamış, daima hars milliyetçiliğinin, yani kültür milliyetçiliğinin taraftarı olmuştur. Ortak tarih ve kültüre sahip olan insanımızı milli bir şuur altında birleştirmeye çalışmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin de ancak bu şekilde güçlenebileceğini belirterek, "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz; Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyla dolu olursa, o camiaya istinat eden Cumhuriyet de kuvvetli olur" demiştir. Atatürk, Türk milliyetçiliğinin temeline oturtmaya çalıştığı milli ahlakı ise şöyle tanımlamıştır:
Gerçekten de, ahlakiyet özel fertlerden ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal, milli olabilir. Milletin toplumsal düzen ve sükunu, hal ve gelecekte refahı, mutluluğu, selameti ve dokunulmazlığı, uygarlıkta ilerlemesi, yükselmesi için insanlardan her konuda bilgi, gayret, nefsin feragatini, gerektiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden milli ahlaktır. Mükemmel bir millete milli ahlakın gerekleri o millet fertleri tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdani, duygusal bir nedenle yapılır. En büyük milli duygu, milli heyecan işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin evde, mektepte, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve mütemadiyen verecekleri milli terbiyenin amacı, işte bu yüksek milli duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır. Ahlakın milli, toplumsal olduğunu söylemek ve maşeri vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal sıfatını da tanımaktır.
Başka birşey demiyeceğim anlayana.
İşte Atatürk'ün Milliyetçiliği;
Atatürk Türk Milleti'ni, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına, Türk Milleti denir" sözleri ile tanımlamıştır. Atatürk'e göre, Türk halkı birbiriyle kaynaşmış, müşterek bir geçmişe ve kültüre sahip, milli ülküler için gelecekte birlikte yaşama arzusunda olan bir topluluk olarak, Türk Milleti'ni oluşturur. Atatürk milliyetçiliğinde kendisini Türk sayan ve Türk Milleti'ne mesup olmanın şeref ve bilincine sahip herkes Türk'tür. Bu bilinç, Türk Milleti'ni milli dava için çalışmaya iten en önemli güçtür.
Türk eli büyüktür. Her yeri dolduran Türk'tür ve her yeri aydınlatan Türk'ün yüzüdür. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğim şey olduğu zaman, başka bir alem görülecek ve dünyaya hayret verecektir. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacaktır.
Atatürk milliyetçiliği, başka milletlerin milli kültürlerine ve bağımsızlıklarına saygılıdır. Atatürk'ün, "Bize milliyetçi derler; biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği yapan bütün milletlere saygı gösteririz" sözleri ile, milliyetçilik anlayışının nezaketini ve barışseverliğini ortaya koymuştur. Bu barışsever politika, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözleri ile biçimlenmiştir. Bununla birlikte, Atatürk milliyetçiliğinde ana hedef, Türk Milleti'nin, kendine yakışır şekilde, onurlu ve şerefli bir millet olarak varlığını devam ettirmesidir. Bunun için öncelikli şart bağımsızlıktır; bundan sonra yapılması gereken ise, dünya milletleri arasında, onlarla eşit haklara sahip bir konuma gelmek ve hatta diğer milletlerin liderliğini üstlenebilmektir. Bu milliyetçilik bugünkü vatanımızın sınırlarıyla çizilen, yeni topraklara sahip olma hevesinden arınmış, fakat bağımsız ve özgür yaşamaya kesin azimli, dünya milletlerini bir aile sayan, her milletin haklarına saygılı, kendi haklarını ve haysiyetini korumakta kararlı, diğer bir deyişle "insani bir Türk milliyetçiliği"dir.
Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası ilişkilerde bütün çağdaş milletlerle aynı çizgide ve onlarla uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel karakterlerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır.
Bu milliyetçilikte Türk Milleti'nin bağımsızlığı uğruna göze alınamayacak bir fedakarlık yoktur. Çünkü milliyet duygusu, bir toplumda bireylerin kendilerini bütüne bağlı ve onun bir unsuru olarak görmeleri ve o milletin bekası için varlıklarını ortaya koymaya hazır olmalarıdır. Büyük Önder hiçbir zaman ırkçılık temeline dayanan bir milliyetçiliği savunmamış, daima hars milliyetçiliğinin, yani kültür milliyetçiliğinin taraftarı olmuştur. Ortak tarih ve kültüre sahip olan insanımızı milli bir şuur altında birleştirmeye çalışmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin de ancak bu şekilde güçlenebileceğini belirterek, "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz; Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyla dolu olursa, o camiaya istinat eden Cumhuriyet de kuvvetli olur" demiştir. Atatürk, Türk milliyetçiliğinin temeline oturtmaya çalıştığı milli ahlakı ise şöyle tanımlamıştır:
Gerçekten de, ahlakiyet özel fertlerden ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal, milli olabilir. Milletin toplumsal düzen ve sükunu, hal ve gelecekte refahı, mutluluğu, selameti ve dokunulmazlığı, uygarlıkta ilerlemesi, yükselmesi için insanlardan her konuda bilgi, gayret, nefsin feragatini, gerektiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden milli ahlaktır. Mükemmel bir millete milli ahlakın gerekleri o millet fertleri tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdani, duygusal bir nedenle yapılır. En büyük milli duygu, milli heyecan işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet büyüklerinin evde, mektepte, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve mütemadiyen verecekleri milli terbiyenin amacı, işte bu yüksek milli duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır. Ahlakın milli, toplumsal olduğunu söylemek ve maşeri vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal sıfatını da tanımaktır.
Başka birşey demiyeceğim anlayana.
Obamaya ithaf edilen yazı
Obama'ya ithaf bir konuşma metni
Amerika'yı Amerika yapan dinamikler, kültür endüstrileri ve yüksek iletişim teknolojileriyle tahkim edilen multimedyasıdır.Amerika'nın sürekli kendini yeniden üretmesi, bu tekelleşmiş kültürel, ekonomik, ideolojik güçlerle mümkündür. Hızla Amerikanlaşan dünyada anti-Amerikanizm'in yükselmesi de ironiktir. Son Amerikan seçimlerinin küresel ölçekte yarattığı ilgi ve heyecanın yüksekliği de bu güçlerin bir teyidiydi.Politik bir gösteriye dönüşen seçim kampanyası tamamen iletişim ve imaj teknolojilerin sinerji alanına döndü. Nitekim çok kültürlü bir figür, genç, siyahi ve ikinci adı Hüseyin olan Obama başkan seçildi.Küresel dünya kendini yönetecek başkanını seçmiş gibi çok sevindi, herkesin bir parçasını o temsil ediyordu.Amerika kendini yeniden üretirken de dünya kamuoyunu yeniden belirliyordu...
Obama, Martin Luther King çağrışımını, we shall overcome'lı zamanları ruhsuz biçimde we can change'e tercüme ederek harcadı.Senato'da dev şirketleri defalarca desteklemiş, seçim kampanyasında büyük sermayenin bağışlarında Mc Cain'e fark atmış biri başkan olmuştu. Kampanyasında Afganistan'daki birliklere takviye vaat ediyor, Pakistan'daki Amerikan birliklerinin izinsiz müdahale ve bombardıman yapabileceğinden bahsediyordu.
İsrail'in güvenliğinin birinci öncelik olduğunu belirtmiş. Irak'tan çekilme sürecini uzatmış, ABD ordusuna 90 bin askerle takviye fikri de Obama'nındı.Patriot Act denilen terörle mücadele adı altında, dinleme ve izleme yetkisini de destekliyor. Soft power Obama bugün başkanlık yeminini edecek, Beyaz Saray'a ilk giren siyahi başkan olacak.Büyük siyasal mekanizmanın başına geçerken de muhtemelen dünyaya seslenecek.Halbuki dünya ve Amerika 45 yıl önceki bir seslenişi tarihsel olarak aşabilmiş değil.Bir muhalif siyahi liderin 3 Nisan 1964'te Cleveland'daki konuşmasını.Hitabına 'Dostlarım ve Düşmanlarım' diye başladığı bu çok bilinen konuşması şöyle devam ediyor:
'Hayır, ben Amerikalı değilim. Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim.
Burada bir Amerikalı olarak değil, Amerikan sisteminin bir kurbanı olarak sesleniyorum sizlere. Ve Amerika'yı bir kurbanın gözüyle görüyorum. Gördüğüm de bir 'Amerikan pembe düşü' değil, bir karabasan.Bizler, sizlerin uzun zamandır kayıp olan kardeşleriniziz.Bütün dünya Amerika'nın ellerinin ne kadar kanlı olduğunu bilsin.Bilsinler burada uyguladığı vahşeti.
Başkalarının kanılarına, ne söylediklerine dayandırmayın kararlarınızı.Böyle bir ülkede, her türlü şekillendirmenin ustası olmuş ülkede dostlarınızdan nefret eder, düşmanlarınızı seversiniz.'Amerika'yı sistemini gözüpek eleştiren Harlem'li efsanevi lider Malcom X, bu konuşmadan 10 ay sonra suikasta kurban gitti.16 kurşunla vuruldu. Obama'nın seçim kampanyasında ismi pek geçmeyen Malcom X'in sözlerinin eskimemiş olması sizi de vurmuyor mu?
yazan:Nihal Kemaloğlu
Amerika'yı Amerika yapan dinamikler, kültür endüstrileri ve yüksek iletişim teknolojileriyle tahkim edilen multimedyasıdır.Amerika'nın sürekli kendini yeniden üretmesi, bu tekelleşmiş kültürel, ekonomik, ideolojik güçlerle mümkündür. Hızla Amerikanlaşan dünyada anti-Amerikanizm'in yükselmesi de ironiktir. Son Amerikan seçimlerinin küresel ölçekte yarattığı ilgi ve heyecanın yüksekliği de bu güçlerin bir teyidiydi.Politik bir gösteriye dönüşen seçim kampanyası tamamen iletişim ve imaj teknolojilerin sinerji alanına döndü. Nitekim çok kültürlü bir figür, genç, siyahi ve ikinci adı Hüseyin olan Obama başkan seçildi.Küresel dünya kendini yönetecek başkanını seçmiş gibi çok sevindi, herkesin bir parçasını o temsil ediyordu.Amerika kendini yeniden üretirken de dünya kamuoyunu yeniden belirliyordu...
Obama, Martin Luther King çağrışımını, we shall overcome'lı zamanları ruhsuz biçimde we can change'e tercüme ederek harcadı.Senato'da dev şirketleri defalarca desteklemiş, seçim kampanyasında büyük sermayenin bağışlarında Mc Cain'e fark atmış biri başkan olmuştu. Kampanyasında Afganistan'daki birliklere takviye vaat ediyor, Pakistan'daki Amerikan birliklerinin izinsiz müdahale ve bombardıman yapabileceğinden bahsediyordu.
İsrail'in güvenliğinin birinci öncelik olduğunu belirtmiş. Irak'tan çekilme sürecini uzatmış, ABD ordusuna 90 bin askerle takviye fikri de Obama'nındı.Patriot Act denilen terörle mücadele adı altında, dinleme ve izleme yetkisini de destekliyor. Soft power Obama bugün başkanlık yeminini edecek, Beyaz Saray'a ilk giren siyahi başkan olacak.Büyük siyasal mekanizmanın başına geçerken de muhtemelen dünyaya seslenecek.Halbuki dünya ve Amerika 45 yıl önceki bir seslenişi tarihsel olarak aşabilmiş değil.Bir muhalif siyahi liderin 3 Nisan 1964'te Cleveland'daki konuşmasını.Hitabına 'Dostlarım ve Düşmanlarım' diye başladığı bu çok bilinen konuşması şöyle devam ediyor:
'Hayır, ben Amerikalı değilim. Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim.
Burada bir Amerikalı olarak değil, Amerikan sisteminin bir kurbanı olarak sesleniyorum sizlere. Ve Amerika'yı bir kurbanın gözüyle görüyorum. Gördüğüm de bir 'Amerikan pembe düşü' değil, bir karabasan.Bizler, sizlerin uzun zamandır kayıp olan kardeşleriniziz.Bütün dünya Amerika'nın ellerinin ne kadar kanlı olduğunu bilsin.Bilsinler burada uyguladığı vahşeti.
Başkalarının kanılarına, ne söylediklerine dayandırmayın kararlarınızı.Böyle bir ülkede, her türlü şekillendirmenin ustası olmuş ülkede dostlarınızdan nefret eder, düşmanlarınızı seversiniz.'Amerika'yı sistemini gözüpek eleştiren Harlem'li efsanevi lider Malcom X, bu konuşmadan 10 ay sonra suikasta kurban gitti.16 kurşunla vuruldu. Obama'nın seçim kampanyasında ismi pek geçmeyen Malcom X'in sözlerinin eskimemiş olması sizi de vurmuyor mu?
yazan:Nihal Kemaloğlu
21 Ocak 2009 Çarşamba
Kim özür dileyecek? “Millet-i Sadıka”
Evet gazetelerde bloglarda köşe yazılarında bu konu hakkında bir çok yazı var .Hrant Dink’in öldürülmesiyle ermeni sorunu (ki bence böyle bir sorun yok ama yaratılıyor) başlatılmaya çalışılıyor.Hrant Dink Türkiye de öldürülen 62 gazeteci olmuş bir köşe yazısında okuduğum kadarıyla.Bizim ülkemizde sadece o kurşunlanmadı.Bizim aydınlarımız yakılmak istendi(Sivas olayları yakıldı),kurşunlandı (Abdi İpekçi),bombalandı(Doç.Dr.Bahriye Üçok)…vb şiddete maruz kaldılar.
Ama şimdi düşünün Hrant Dink bir aydın olduğu için mi Yoksa Ermeni olduğu için mi öldürüldü.İnsanlarımız bunu hemen bir milliyet kavgasına dökmeğe çalışıyor.Bu çok tehlikeli bir oyun.Bu oyuna düşersek ülkemizde yaşayan Musevi,Ermeni,Rum…vb bir çok etniğe bağlı kişilerin yaşamlarını kolaylaştırmaz daha da zor duruma düşürürüz.Unutmayın ki sokaklara dökülerek “Biz ermeniyiz” demekle onların hayatını kolaylaştırmıyor.Aksi gibi zaten Türkiye de her zaman fazla olan aşırı milliyetçiliği körüklemiş oluyoruz. Etki-Tepki olayı.
”Ermeni soykırımı “na inanmıyorum.Çünkü soykırım sistematik bir şeydir.Osmanlı isteseydi kendi topraklarında bir tek bile ermeni bırakmazdı ama yaşadılar.Hatta kendilerine “Millet-i Sadıka “denildi.Peki ne oldu ?Sadık millet niye böyle bir tehcire uğradı.Osmanlının çöküşü ve dünyada alevlenen özgürlük düşüncesi Osmanlı topraklarında bulunan etnik grupların millet olama bilincini geliştirdi.Diğer ülkelerin desteklemeleriyle(Rusya,İngilterenin başı çektiği ve osmanlının üstünde emelleri olan diğer ülkeler)Ermeniler militan örgütler kurdular.Sonrasında da Osmanlının ve Yeni kurulmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti önlemler aldı.Tehcir bir gerçekleşti .Tehcir bir tek Ermeniler üzerinde uygulanmadı .Diyarbakır ve Mardin yöresinde bulunan Süryaniler ve Hakkâri'deki Nasturiler de tehcire tabi tutuldular .Bu yer değişimi sırasında insanların ölümü açlık,suzusluk,hastalıklar ve çeteler tarafından öldürülmeleri gerçek.
Bir gerçek daha var .Ermeni Terörü.1979 yılından itibaren Ermeni terör örgütünün öldürdüğü insanlarımız.. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.
Şahsen ben ölen diplomatlarımız adına Ermenilerin .”Bizler Türküz “diyerek Ermenistan da veya Türkiye de yürüdüğünü okumadım .
Ermeni diasporasının da bu olayları durdurmak için bir çaba gösterdiğini okumadım.
Sonuç olarak yapılan eylemler birer terör eylemidir.
Terörü lanetlemek yerine bireyin suçunu kabullenmek (ki bu bir avuç akıllı geçinen aydının)bir milleti terörist gibi göstermekten başka bir işe yaramaz.
Ben terörist değilim benim ülkemde terörist değil.
O yüzden özür dilemiyorum.
18 Ocak 2009 Pazar
15 Ocak 2009 Perşembe
Biz ilk önce kendimize bakalım..
Sıkılmadan yazıyı okuyabilirseniz.Sonunda neden böyle bir başlık attığımı anlarsınız.
İddialar Ne Diyor?
Bu yüzden önce iddiaların sahibine gitti. Orhan Özkaya 1997-1999 yılları arasında Tapu ve Kadastro Genel Müdür Yardimcılığı yaptı. Arkasından istifa etti ve kitap yazmaya başladı. Yabancılara toprak satışı ile ilgili iki kitabı var. Aslında bu iki kitap da tartışmaların bir anlamda çıkış noktası oldu. Çünkü Orhan Özkaya 5444 sayılı yeni yasanın yabancılara toprak satışının tamamen önünü açtığını düşünüyor...
Örneğin karşılıklılık ilkesi... Orhan Özkaya?ya göre yeni yasanın getirdiği karşılılıklılık ilkesi hiçbir şekilde uygulanamıyor.
Karşılıklılık İlkesi:
Ve takvimler 1914 yılını gösterdiğinde bu fonlarda biriken paralarla filistinlilerden satin alinan topraklarda 100 bine yakin kişiden oluşan bir Yahudi kolonisi kuruldu. Bu koloniyi her geçen gün satin alinan topraklarda oluşturulan yeni yahudi kolonileri izledi. Ve son nokta ise satin alinan bu topraklarda yavaş yavaş oluşturulan bir yahudi devletinin adini koymak oldu. Ve bu da 1948 yılında 2. Dünya Savaşı?nda yaşanan Yahudi soykırımının ardından ortaya çıkan Yahudi sempatisiyle çok kolay oldu.
İşte iddialara göre şimdi Türkiye?de aynı senaryo devreye kondu...
Rahşan Ecevit de benzer düşünüyor... Bu konuyla ilgili olarak Gazeteci ? Yazar Hasan Taşkın?ın kitabında bir istihbarat raporu yayınlandı. Hasan Taşkın bu raporu Güneydoğu Anadolu?da yaptığı araştırmalar sırasında askeri istihbarat yetkililerinden aldığını söylüyor.
İstihbarat Raporu Ne Diyor?
İstihbarat raporunda ?İsrailli işadamlarinin bölgede dikkat geçecek yoğunlukta faaliyetler içerisine girdiği ve her geçen gün ilişkilerini derinleştirdiği anlaşılmaktadır? deniyor...
Ve ardından İsrail?in bölgedeki faaliyetleri tek tek anlatılıyor...
Örneğin rapordaki iddialara göre büyük arazi sahipleri ya da kimi yerel siyasetçiler topraklarını Yahudi kökenli Türkiye vatandaşlarına satıyorlar. Ve ardından İsrail bu satın alınan topraklara yıllar önce İsrail Devleti kurulduktan sonra Türkiye?den buraya göç eden, Yahudi vatandaşlarını yerleştiriyor deniyor. Sonuçta istihbarat raporuna göre GAP Bölgesi?nde Yahudi kökenli olduğu iddia edilen 60 Türkiye vatandaşının arazisi olduğu söyleniyor. Bu 60 kişinin sahip olduğu arazi miktari ise 450 bin dönüm deniyor. Yani iddialara göre bugün GAP Bölgesi?nde asıl sahiplerinin bölgede çalışan İsrailli?ler olduğu söylenen 450 bin dönüm arazi var. Ayrıca aynı rapora eklenen bilgi notunda da çok önemli detaylar var...
Bu notlarda isim isim hangi köyde, hangi dükkan veya arazi sahibine hangi İsrailli şirket tarafından kaç para teklif edildiği yazılı. İstihbaratçıların araştırmaları ve bölge halkı ile yaptıkları mülakatlar sonucu elde ettikleri bilgiler sayfalar dolusu not haline getirilmiş. Tüm bu iddialar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü?ne kadar ulaşmış durumda. Onlar da konudan haberdar. Ve hatta bu konuda araştırma da yapmışlar. Ve iddiaların asılsız olduğunu söylüyorlar. Ancak tüm bunlar bir yana yabancılara toprak satışının Türkiye için faydalı olduğunu düşünenler de var. Müstakil İşadamları Derneği Eski Başkanı ve hali hazırda üyesi olan Ali Bayramoğlu yabancılara toprak satışı ile ilgili araştırmalar yaptıran ve hatta bu konuda konferanslar düzenleyen bir isim. Barış Pehlivan son olarak onun kapısını çaldı. Ve farklı bir açıdan olayı değerlendirmesini istedi. Yani sonuçta kimileri Türkiye?den toprak satın alan yabancıların gizli niyetleri olduğu, ülkeyi ele geçirmek istediklerini savunuyor. Kimileri ise tam aksine yabancılara gayrimenkul satışının hiçbir sakıncası olmadığını hatta AB sürecinde faydalı olduğuna inaniyor... Ve bu iki kutbun uzlaşması ise yakın vadade imkansız görünüyor...
Yazan:Barış Pehlivan13.03.2007
Bundan yaklaşık 1 ay önce Gazeteci Barış Pehlivan Ankara\'ya gitti ve Rahşan Ecevit\'le görüştü. Bu görüşmede Rahşan Ecevit Türkiye?de yabancılara toprak satışı ile ilgili kaygılarını paylaştı. Ve hatta artık birer kaygı olmaktan öteye geçen iddalarını kameraya da söyledi...
Rahşan Ecevit aslında bu meseleyi daha önce de gündeme getirmiş ve ülkeye para gerekiyorsa, 62 yıllık nişan yüzüğünü bile vermeye hazır olduğunu söylemişti.
Barış Pehlivan, İstanbul?a döndüğünde konuyu BeşN BirK?nın Haber Koordinatörü Özgül Apaçe?yle paylaştı. Ardından BeşN BirK?da yabancılara toprak satışının araştırılmasına karar verildi. Rota belliydi. Önce geçmişe dönülecekti...
Osmanlı İmparatorluğu?nda yabancılara gayrımenkul alma hakkı ilk defa 1867 tarihli Safer Kanunu?yla tanındı. Bu kanuna göre yabancılar kutsal topraklar dışında gayrımenkul edinebiliyorlardı.
Ancak Cumhuriyet?in kurulmasının ardından belirli sınırlamalar getirildi.
Çıkarılan iki kanunla; 1924 tarihli Köy Kanunu ve 1934 tarihli Tapu Kanunu?yla yabancılara gayrimenkul satışı düzenlendi. Köy Kanunu?nuyla; yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde arazi ve emlak almaları yasaklandı.
Tapu Kanunu?yla ise; yabancıların taşınmaz mal edinebilmeleri için karşılıklılık ilkesine ve kanunlardaki sınırlayıcı kurallara uyulacaktı. Karşılıklılık ilkesi şu demek; örneğin eğer bir İngiliz vatandaşı Türkiye?den toprak almak istiyorsa öncelikle Türkler?in de İngiltere?den toprak alabilme hakkı olması gerekiyordu.
Yani ancak Türkler?e kendi ülkelerinde toprak alma hakkı tanıyan ülke vatandaşları Türkiye?den toprak alabiliyorlardı. Kanunlardaki sınırlamalara gelince örneğin askeri ve stratejik bölgelerde sit alanlarında yabancıların toprak alması imkansızdı... İşte bu iki kanun, Köy Kanunu ve Tapu Kanunu 2000?li yıllara kadar Türkiye?de yabancılara gayrımenkul satışını düzenledi. Ama 2003 yılında herşey birdenbire değişti...
Kanun ne diyor?
Peki bugün yürürlükte olan 5444 sayılı yasa öncekilere kıyasla ne tür düzenlemeler getiriyor?
Şu an yürürlükte olan kanun yabancıların sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlarda yani hassas ve stratejik bölgelerde taşınmaz alamayacağını söylüyor. Kanunun getirdiği bir diğer sınırlama da binde 5 sınırlaması... Buna göre yabancılar bir ilin yüzölçümünün binde beşinden fazlasını satın alamıyorlar...
Araştırmacılar Ne Diyor?
Buraya kadar herşey normal görünüyordu. Konu yasalarla düzenlenmiş ve sınırlanmış. Ancak Barış Pehlivan, 2003 yılında bu yasa çalışmalarının başlamasından sonra, konuyla ilgili yayımlanan pek çok yazı dizisinin ve kitabın yeni yasayı ve getirdiği değişiklikleri eleştirdiğini gördü. Konunun uzmanları bu yeni yasanın aslında bir anlamda yabancılara toprak satışının önünü açtığını, sınırlarını genişlettiğini savunuyorlardı. Kimileri ise bunun da ötesinde bu yeni yasa zaten sürekli deliniyordu. Ve tartışmalar da buradan çıkıyordu.
Rahşan Ecevit aslında bu meseleyi daha önce de gündeme getirmiş ve ülkeye para gerekiyorsa, 62 yıllık nişan yüzüğünü bile vermeye hazır olduğunu söylemişti.
Barış Pehlivan, İstanbul?a döndüğünde konuyu BeşN BirK?nın Haber Koordinatörü Özgül Apaçe?yle paylaştı. Ardından BeşN BirK?da yabancılara toprak satışının araştırılmasına karar verildi. Rota belliydi. Önce geçmişe dönülecekti...
Osmanlı İmparatorluğu?nda yabancılara gayrımenkul alma hakkı ilk defa 1867 tarihli Safer Kanunu?yla tanındı. Bu kanuna göre yabancılar kutsal topraklar dışında gayrımenkul edinebiliyorlardı.
Ancak Cumhuriyet?in kurulmasının ardından belirli sınırlamalar getirildi.
Çıkarılan iki kanunla; 1924 tarihli Köy Kanunu ve 1934 tarihli Tapu Kanunu?yla yabancılara gayrimenkul satışı düzenlendi. Köy Kanunu?nuyla; yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde arazi ve emlak almaları yasaklandı.
Tapu Kanunu?yla ise; yabancıların taşınmaz mal edinebilmeleri için karşılıklılık ilkesine ve kanunlardaki sınırlayıcı kurallara uyulacaktı. Karşılıklılık ilkesi şu demek; örneğin eğer bir İngiliz vatandaşı Türkiye?den toprak almak istiyorsa öncelikle Türkler?in de İngiltere?den toprak alabilme hakkı olması gerekiyordu.
Yani ancak Türkler?e kendi ülkelerinde toprak alma hakkı tanıyan ülke vatandaşları Türkiye?den toprak alabiliyorlardı. Kanunlardaki sınırlamalara gelince örneğin askeri ve stratejik bölgelerde sit alanlarında yabancıların toprak alması imkansızdı... İşte bu iki kanun, Köy Kanunu ve Tapu Kanunu 2000?li yıllara kadar Türkiye?de yabancılara gayrımenkul satışını düzenledi. Ama 2003 yılında herşey birdenbire değişti...
Kanun ne diyor?
Peki bugün yürürlükte olan 5444 sayılı yasa öncekilere kıyasla ne tür düzenlemeler getiriyor?
Şu an yürürlükte olan kanun yabancıların sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlarda yani hassas ve stratejik bölgelerde taşınmaz alamayacağını söylüyor. Kanunun getirdiği bir diğer sınırlama da binde 5 sınırlaması... Buna göre yabancılar bir ilin yüzölçümünün binde beşinden fazlasını satın alamıyorlar...
Araştırmacılar Ne Diyor?
Buraya kadar herşey normal görünüyordu. Konu yasalarla düzenlenmiş ve sınırlanmış. Ancak Barış Pehlivan, 2003 yılında bu yasa çalışmalarının başlamasından sonra, konuyla ilgili yayımlanan pek çok yazı dizisinin ve kitabın yeni yasayı ve getirdiği değişiklikleri eleştirdiğini gördü. Konunun uzmanları bu yeni yasanın aslında bir anlamda yabancılara toprak satışının önünü açtığını, sınırlarını genişlettiğini savunuyorlardı. Kimileri ise bunun da ötesinde bu yeni yasa zaten sürekli deliniyordu. Ve tartışmalar da buradan çıkıyordu.
İddialar Ne Diyor?
Bu yüzden önce iddiaların sahibine gitti. Orhan Özkaya 1997-1999 yılları arasında Tapu ve Kadastro Genel Müdür Yardimcılığı yaptı. Arkasından istifa etti ve kitap yazmaya başladı. Yabancılara toprak satışı ile ilgili iki kitabı var. Aslında bu iki kitap da tartışmaların bir anlamda çıkış noktası oldu. Çünkü Orhan Özkaya 5444 sayılı yeni yasanın yabancılara toprak satışının tamamen önünü açtığını düşünüyor...
Örneğin karşılıklılık ilkesi... Orhan Özkaya?ya göre yeni yasanın getirdiği karşılılıklılık ilkesi hiçbir şekilde uygulanamıyor.
Karşılıklılık İlkesi:
Bu kıyaslamalar bir yana Orhan Özkaya?ya göre İngiltere ve İsrail gibi kimi ülkelerde, bu ülkelerin kendi özel durumları dolayısıyla karşılılık ilkesi zaten işlemiyor.
Ancak Tapu ve Kadostro Genel Müdürlüğü?nün kayıtlarına göre Türkiye?nin 89 ülkeyle karşılıklılık ilkesi var. Ve bu ülkeler arasinda İngiltere ve İsrail de var. Ancak Orhan Özkaya bu durumun fiili olarak işlemidiğini savunuyor...
Binde 5 Sınırı:
Yeni yasa Türkiye?de bir ilin sınırları içerisinde yabancılara o ilin yüzölçümünün en fazla binde 5?inin satılabileceğini söylüyor.
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü?nün raporlarına göre sadece Hatay?da bu sınıra gelindi. Ve orada da yabancılara satış durduruldu. Ancak bu tartışmaların ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer?in talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu?na 2004 yılı sonu itibariyle hazırlatılan bir rapor tersini söylüyor.
Bu rapora göre Türkiye?de binde 5 sınırının aşıldığı başka iller de var:?
Ülkemizde yabancı gerçek kişilere ait taşınmazların dağılımında ilk sırayı 117 milyon 205 bin 283 metrekare ile Hatay ili almaktadır. Hatay ilini 55 milyon 30 bin 989 metrekare ile Kilis, 50 milyon 67 bin 410 metrekare ile Mardin.? Rapor bu şekilde uzayıp gidiyor. Ve başka ilerin de adı geçiyor. Gerçekten de bu illerin yüzölçümleri ile buralarda satılan topraklar kıyaslandığında binde 5 sınırının aşıldığı görülüyor...
Tapu ve Kadostro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya da benzer bir tespit yapıyor. Barış Pehlivan şu anki Tapu ve Kadastro Genel Müdürü?ne de konuyu teyit etmek için telefon etti. Ancak Tapu ve Kadastro Genel Müdürü Zeki Adlı DDK?nın raporunu da, idiaları da yalanladı.
Tüzel Kişilere Toprak Satışı
Şu ana kadar anlattıklarımız herhangi bir yabancı uyruklu insanın Türkiye?den toprak alımı ile ilgiliydi. Ancak konunun bir diğer önemli açısı da yabancı şirketlerin Türkiye?de edindiği mallar...
Çünkü yabancı şirketlerin Türkiye?de gayrimenkul alması ile ilgili bir sınırlama yasada yer almıyor. Atıf yapılan maddelere bakıldığında ise bir sınırlamalara getirilmediği görülüyor. İşte bu durumda büyük tepkilere yol açıyor. Türkiye?ye gelip şirket kuran yabancıların kurdukları şirketler birer Türk şirketi statüsünde sayılıyor.
Böyle olunca bu tür şirketler sınırsızca Türkiye?den gayrımenkul sahibi olabiliyorlar. Özellikle de Ege kıyıları gibi sınır illerinde. Çünkü bireysel olarak gelip buralarda toprak ya da ev almak isteyen bir yabancı zorluklarla karşılaşabiliyor.
Ancak eğer bir şirket kurarsa işi çok kolay oluyor. İşte bu durum kimilerine göre hiçbir sakınca doğurmazken, kimilerine göre ise büyük tehlikelere işaret ediyor.
Güneydoğu Anadolu Projesi
Yabancıların Türkiye?de gayrımenkul edinmesi konusunda en çok tartışılan konu Güneydoğu Anadolu Projesi. Çünkü iddialara göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Yahudiler?e Tevrat?ta vaadedilen toprakların içine giriyor...
Böyle olunca vaadedilmiş toprakları geri almak isteyen Yahudiler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi?ni ele geçirmek için buralardan gizlice toprak aliyorlar deniyor...
Barış Pehlivan, bu iddialara ?İsrail?in Gap Senaryosu? adlı kitabında yer veren Gazeteci - Yazar Hasan Taşkın?la konuştu.
İddialara bakarsanız İsrail Devleti bir zamanlar nasıl kurulduysa bugün aynı yöntem Güneydoğu Anadolu Bölgesi?nde işliyor.
İsrail Devleti Nasıl Kuruldu?
Birinci Dünya Savaşı öncesinde bilindiği kutsal topraklar yani Yahudi inancina göre vaadedilmiş topraklar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeydi. Ancak Avrupa?ya dağılmış bulunan Yahudiler bir Yahudi devleti kurmak istiyorlardı. Yahudi lider Theodor Herzl önderliğinde İsviçre?de 1. Siyonist Kongresi?ni topladılar. Ve bu kongerede Ortadoğu?da bir Yahudi devletinin kurulması için bir strateji belirlendi.
Buna göre Yahudi işadamları tüm dünyada örgütlenecek ve bir fon oluşturacaktı. Ve sonra bu fonda biriken para ile Filistin toprakları satın alınacaktı... Öyle de yapılmak istendi. 20. yüzyılın başında Thedor Herlz Osmanlı İmparatorluğu?nun içinde bulunduğu zor durumdan yararlanmak istedi. Bu fonda biriken parayla, borç içinde zor günler geçiren Osmanlı İmparatorluğu?nun padişaninin kapisini çaldi.
2. Abdulhamit\'e filistin topraklarini satin almak istediğini söyledi. Ancak bu isteği 2. Abdulhamit geri çevirdi. 2. Abdulhamit\'ten istediklerini alamayan yahudi örgütleri birinci dünya savaşının başlamasini da firsat bilerek, ortadoğudaki faaliyetlerine ağirlik verdiler. Yani filistinlilerden toprak satin alma yoluna gittiler.
Ancak Tapu ve Kadostro Genel Müdürlüğü?nün kayıtlarına göre Türkiye?nin 89 ülkeyle karşılıklılık ilkesi var. Ve bu ülkeler arasinda İngiltere ve İsrail de var. Ancak Orhan Özkaya bu durumun fiili olarak işlemidiğini savunuyor...
Binde 5 Sınırı:
Yeni yasa Türkiye?de bir ilin sınırları içerisinde yabancılara o ilin yüzölçümünün en fazla binde 5?inin satılabileceğini söylüyor.
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü?nün raporlarına göre sadece Hatay?da bu sınıra gelindi. Ve orada da yabancılara satış durduruldu. Ancak bu tartışmaların ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer?in talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu?na 2004 yılı sonu itibariyle hazırlatılan bir rapor tersini söylüyor.
Bu rapora göre Türkiye?de binde 5 sınırının aşıldığı başka iller de var:?
Ülkemizde yabancı gerçek kişilere ait taşınmazların dağılımında ilk sırayı 117 milyon 205 bin 283 metrekare ile Hatay ili almaktadır. Hatay ilini 55 milyon 30 bin 989 metrekare ile Kilis, 50 milyon 67 bin 410 metrekare ile Mardin.? Rapor bu şekilde uzayıp gidiyor. Ve başka ilerin de adı geçiyor. Gerçekten de bu illerin yüzölçümleri ile buralarda satılan topraklar kıyaslandığında binde 5 sınırının aşıldığı görülüyor...
Tapu ve Kadostro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya da benzer bir tespit yapıyor. Barış Pehlivan şu anki Tapu ve Kadastro Genel Müdürü?ne de konuyu teyit etmek için telefon etti. Ancak Tapu ve Kadastro Genel Müdürü Zeki Adlı DDK?nın raporunu da, idiaları da yalanladı.
Tüzel Kişilere Toprak Satışı
Şu ana kadar anlattıklarımız herhangi bir yabancı uyruklu insanın Türkiye?den toprak alımı ile ilgiliydi. Ancak konunun bir diğer önemli açısı da yabancı şirketlerin Türkiye?de edindiği mallar...
Çünkü yabancı şirketlerin Türkiye?de gayrimenkul alması ile ilgili bir sınırlama yasada yer almıyor. Atıf yapılan maddelere bakıldığında ise bir sınırlamalara getirilmediği görülüyor. İşte bu durumda büyük tepkilere yol açıyor. Türkiye?ye gelip şirket kuran yabancıların kurdukları şirketler birer Türk şirketi statüsünde sayılıyor.
Böyle olunca bu tür şirketler sınırsızca Türkiye?den gayrımenkul sahibi olabiliyorlar. Özellikle de Ege kıyıları gibi sınır illerinde. Çünkü bireysel olarak gelip buralarda toprak ya da ev almak isteyen bir yabancı zorluklarla karşılaşabiliyor.
Ancak eğer bir şirket kurarsa işi çok kolay oluyor. İşte bu durum kimilerine göre hiçbir sakınca doğurmazken, kimilerine göre ise büyük tehlikelere işaret ediyor.
Güneydoğu Anadolu Projesi
Yabancıların Türkiye?de gayrımenkul edinmesi konusunda en çok tartışılan konu Güneydoğu Anadolu Projesi. Çünkü iddialara göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Yahudiler?e Tevrat?ta vaadedilen toprakların içine giriyor...
Böyle olunca vaadedilmiş toprakları geri almak isteyen Yahudiler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi?ni ele geçirmek için buralardan gizlice toprak aliyorlar deniyor...
Barış Pehlivan, bu iddialara ?İsrail?in Gap Senaryosu? adlı kitabında yer veren Gazeteci - Yazar Hasan Taşkın?la konuştu.
İddialara bakarsanız İsrail Devleti bir zamanlar nasıl kurulduysa bugün aynı yöntem Güneydoğu Anadolu Bölgesi?nde işliyor.
İsrail Devleti Nasıl Kuruldu?
Birinci Dünya Savaşı öncesinde bilindiği kutsal topraklar yani Yahudi inancina göre vaadedilmiş topraklar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeydi. Ancak Avrupa?ya dağılmış bulunan Yahudiler bir Yahudi devleti kurmak istiyorlardı. Yahudi lider Theodor Herzl önderliğinde İsviçre?de 1. Siyonist Kongresi?ni topladılar. Ve bu kongerede Ortadoğu?da bir Yahudi devletinin kurulması için bir strateji belirlendi.
Buna göre Yahudi işadamları tüm dünyada örgütlenecek ve bir fon oluşturacaktı. Ve sonra bu fonda biriken para ile Filistin toprakları satın alınacaktı... Öyle de yapılmak istendi. 20. yüzyılın başında Thedor Herlz Osmanlı İmparatorluğu?nun içinde bulunduğu zor durumdan yararlanmak istedi. Bu fonda biriken parayla, borç içinde zor günler geçiren Osmanlı İmparatorluğu?nun padişaninin kapisini çaldi.
2. Abdulhamit\'e filistin topraklarini satin almak istediğini söyledi. Ancak bu isteği 2. Abdulhamit geri çevirdi. 2. Abdulhamit\'ten istediklerini alamayan yahudi örgütleri birinci dünya savaşının başlamasini da firsat bilerek, ortadoğudaki faaliyetlerine ağirlik verdiler. Yani filistinlilerden toprak satin alma yoluna gittiler.
Ve takvimler 1914 yılını gösterdiğinde bu fonlarda biriken paralarla filistinlilerden satin alinan topraklarda 100 bine yakin kişiden oluşan bir Yahudi kolonisi kuruldu. Bu koloniyi her geçen gün satin alinan topraklarda oluşturulan yeni yahudi kolonileri izledi. Ve son nokta ise satin alinan bu topraklarda yavaş yavaş oluşturulan bir yahudi devletinin adini koymak oldu. Ve bu da 1948 yılında 2. Dünya Savaşı?nda yaşanan Yahudi soykırımının ardından ortaya çıkan Yahudi sempatisiyle çok kolay oldu.
İşte iddialara göre şimdi Türkiye?de aynı senaryo devreye kondu...
Rahşan Ecevit de benzer düşünüyor... Bu konuyla ilgili olarak Gazeteci ? Yazar Hasan Taşkın?ın kitabında bir istihbarat raporu yayınlandı. Hasan Taşkın bu raporu Güneydoğu Anadolu?da yaptığı araştırmalar sırasında askeri istihbarat yetkililerinden aldığını söylüyor.
İstihbarat Raporu Ne Diyor?
İstihbarat raporunda ?İsrailli işadamlarinin bölgede dikkat geçecek yoğunlukta faaliyetler içerisine girdiği ve her geçen gün ilişkilerini derinleştirdiği anlaşılmaktadır? deniyor...
Ve ardından İsrail?in bölgedeki faaliyetleri tek tek anlatılıyor...
Örneğin rapordaki iddialara göre büyük arazi sahipleri ya da kimi yerel siyasetçiler topraklarını Yahudi kökenli Türkiye vatandaşlarına satıyorlar. Ve ardından İsrail bu satın alınan topraklara yıllar önce İsrail Devleti kurulduktan sonra Türkiye?den buraya göç eden, Yahudi vatandaşlarını yerleştiriyor deniyor. Sonuçta istihbarat raporuna göre GAP Bölgesi?nde Yahudi kökenli olduğu iddia edilen 60 Türkiye vatandaşının arazisi olduğu söyleniyor. Bu 60 kişinin sahip olduğu arazi miktari ise 450 bin dönüm deniyor. Yani iddialara göre bugün GAP Bölgesi?nde asıl sahiplerinin bölgede çalışan İsrailli?ler olduğu söylenen 450 bin dönüm arazi var. Ayrıca aynı rapora eklenen bilgi notunda da çok önemli detaylar var...
Bu notlarda isim isim hangi köyde, hangi dükkan veya arazi sahibine hangi İsrailli şirket tarafından kaç para teklif edildiği yazılı. İstihbaratçıların araştırmaları ve bölge halkı ile yaptıkları mülakatlar sonucu elde ettikleri bilgiler sayfalar dolusu not haline getirilmiş. Tüm bu iddialar Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü?ne kadar ulaşmış durumda. Onlar da konudan haberdar. Ve hatta bu konuda araştırma da yapmışlar. Ve iddiaların asılsız olduğunu söylüyorlar. Ancak tüm bunlar bir yana yabancılara toprak satışının Türkiye için faydalı olduğunu düşünenler de var. Müstakil İşadamları Derneği Eski Başkanı ve hali hazırda üyesi olan Ali Bayramoğlu yabancılara toprak satışı ile ilgili araştırmalar yaptıran ve hatta bu konuda konferanslar düzenleyen bir isim. Barış Pehlivan son olarak onun kapısını çaldı. Ve farklı bir açıdan olayı değerlendirmesini istedi. Yani sonuçta kimileri Türkiye?den toprak satın alan yabancıların gizli niyetleri olduğu, ülkeyi ele geçirmek istediklerini savunuyor. Kimileri ise tam aksine yabancılara gayrimenkul satışının hiçbir sakıncası olmadığını hatta AB sürecinde faydalı olduğuna inaniyor... Ve bu iki kutbun uzlaşması ise yakın vadade imkansız görünüyor...
Yazan:Barış Pehlivan13.03.2007
14 Ocak 2009 Çarşamba
Gitmesinler.
Bugün gazetemi okuyorum .Bir yazı başlığı "Hamas ,Türk askerini kabul etti."
İstemiyorum gitmesin benim askerim.İsrail bombası düşünce niye benim askerim ölsün, zaten yeterince kendi içimizdeki hainler tarafından ülkemin her yerinden ve yöresinden şehidimiz var.Birde israilliler mi vursun.Bu kadar zengin arap ülkesi varken niye araplardan giden yok.
Niye çıtları çıkmıyor?
Niye izlemek ve demeç vermekle yetiniyorlar?
Niye birazda onlar ellerini taşın altına koymuyorlar?Niyeee ?
Zaten oldum olası arap milletini sevmem .I . Dünya harbinde ingilizlerle bir olup osmanlı ordusunu susuzluktan öldüren gözlerini oyan bir millet için niye bizim Mehmetçiğimiz göğsünü siper edecek.Peygamberimiz bile söylemiş "Ben arabım ama arap benden değil "diye.Tamam kabul israilin yaptıkları bir vahşet ama sadece Türk ordusunun gitmesini istemiyorum.Bir arap birliği kurulup neden asker göndermiyorlar?Din kardeşi değiller mi ?Almanlar,fransızlar,ingilizler ...hepsi gittsin.Nasıl olsa araplar alışkın avrupayla bir olamaya şimdide birleşsinler bu sefer israil için .Sevmiyorum arap milletini işte.
İstemiyorum gitmesin benim askerim.İsrail bombası düşünce niye benim askerim ölsün, zaten yeterince kendi içimizdeki hainler tarafından ülkemin her yerinden ve yöresinden şehidimiz var.Birde israilliler mi vursun.Bu kadar zengin arap ülkesi varken niye araplardan giden yok.
Niye çıtları çıkmıyor?
Niye izlemek ve demeç vermekle yetiniyorlar?
Niye birazda onlar ellerini taşın altına koymuyorlar?Niyeee ?
Zaten oldum olası arap milletini sevmem .I . Dünya harbinde ingilizlerle bir olup osmanlı ordusunu susuzluktan öldüren gözlerini oyan bir millet için niye bizim Mehmetçiğimiz göğsünü siper edecek.Peygamberimiz bile söylemiş "Ben arabım ama arap benden değil "diye.Tamam kabul israilin yaptıkları bir vahşet ama sadece Türk ordusunun gitmesini istemiyorum.Bir arap birliği kurulup neden asker göndermiyorlar?Din kardeşi değiller mi ?Almanlar,fransızlar,ingilizler ...hepsi gittsin.Nasıl olsa araplar alışkın avrupayla bir olamaya şimdide birleşsinler bu sefer israil için .Sevmiyorum arap milletini işte.
12 Ocak 2009 Pazartesi
Koleksiyoner
Herkesin farklı şeyler biriktirme merakı vardır.Benimde küçük bir para koleksiyonum var.Ek olarak şehir içi otobüs bileti (artık kalmadı izmirde kent kart var).
En çok para koleksiyonumu severim arada sırada çıkartıp bakarım özellikle şu günlerde yine aşkım depreşti yeni çıkan banknotlarla A serisi topluyorum.Hepsini bir öncekiler gibi güzelce yerlerine yerleştiriyorum.
Banknotlar dışında madeni paralarımda çok sayıda ve daha çeşitli,
En eski yabancı madeni para:1917 yılına ait yarım dolar.
En eski Türk madeni para:1944 yılna ait 1 kuruş.
En sevdiğim madeni para :27 Mayıs 1960 (ihtilal)yılında halkın kullanımınada sunulmuş olan gümüş 10 lira ve arkasında çok güzel bir yazı "Hakimiyet Milletindir".
Asıl ilginç olan ise madeni paraların üzerinde Atatürk resmi yada ayyıldız resmi vardır.
Bendeki koleksiyonda 2 farklı madeni parada yok..
1962 tarihli 25 kuruş üzerinde top mermisi taşıyan bir Türk kadını resmi,
1971 basımlı 50 kuruş üzerinde yine bir Türk kadını resmi var.
İlkini bilmiyorum ama 50 kuruş üzerindeki profilin kime ait olduğunu buldum.
Sabiha Tansuğ:(Daha fazla için tıklayınız.)En çok para koleksiyonumu severim arada sırada çıkartıp bakarım özellikle şu günlerde yine aşkım depreşti yeni çıkan banknotlarla A serisi topluyorum.Hepsini bir öncekiler gibi güzelce yerlerine yerleştiriyorum.
Banknotlar dışında madeni paralarımda çok sayıda ve daha çeşitli,
En eski yabancı madeni para:1917 yılına ait yarım dolar.
En eski Türk madeni para:1944 yılna ait 1 kuruş.
En sevdiğim madeni para :27 Mayıs 1960 (ihtilal)yılında halkın kullanımınada sunulmuş olan gümüş 10 lira ve arkasında çok güzel bir yazı "Hakimiyet Milletindir".
Asıl ilginç olan ise madeni paraların üzerinde Atatürk resmi yada ayyıldız resmi vardır.
Bendeki koleksiyonda 2 farklı madeni parada yok..
1962 tarihli 25 kuruş üzerinde top mermisi taşıyan bir Türk kadını resmi,
1971 basımlı 50 kuruş üzerinde yine bir Türk kadını resmi var.
İlkini bilmiyorum ama 50 kuruş üzerindeki profilin kime ait olduğunu buldum.
Türkiye'de yerel kıyafetler ve başlık koleksiyonu yapan ilk ve tek kişi olan Sabiha Tansuğ. Hayatının 42 yılını Anadolu halkının kıyafetlerini toplayarak geçiren Tansuğ, özellikle yurtdışındaki koleksiyonerler tarafından da dikkatle izleniyor. Tansuğ'un topladığı yaklaşık 60 yerel kıyafet ve 200'ün üzerindeki başlık, İstanbul Mecidiyeköy'de müze haline getirdiği evinde özel olarak yaptırılan mankenler üzerinde sergileniyor. 70 yaşındaki Tansuğ'un portresinin 50 kuruşun üzerinde yer almasının sebebi de topladığı kıyafetler. 1970 yılında açtığı '40 Anadolu Kadın Başlığı' isimli ilk sergisini dönemin Darphane Müdürü Sait Taraçan da ziyaret etmiş. Sergiden çok etkilenen Taraçan Tansuğ'a, 50 kuruşların üzerine konulması için sergideki başlıklardan biriyle poz verip veremeyeceğini sorar. Tansuğ da teklifi kabul edip, başına 'Ankara Hotozu' takarak poz verir. Karşılığında hiç bir ücret almayan Tansuğ, 1980 yılında tedavülden kaldırılılan 50 kuruşla tarihe paranın üzerine resmi basılan halktan ilk ve tek kişi olarak adını yazdırır.
Başka varmıdır.Bilmiyorum ....Ama Türk parasının başka özelliklerini keşfetmek üzere araştırmaya devam.
11 Ocak 2009 Pazar
8 Ocak 2009 Perşembe
Mim 20'lik
Kaçakgay 'in mimlemesiyle 20 de 20 ;
1.En sevdiğiniz kelime nedir?
Mesela,ondan sonra
2.En nefret ettiğiniz kelime nedir?
Aşkım,cicim..vb samimiyetsiz buluyorum.
3.Sizi ne heyecanlandırır?
Hız,aldığım bir işi zamanında bitirebilecekmiyim düşüncesi
4.Heyecanınızı ne öldürür?
Yaptığım işe eleştiri
5.En sevdiğiniz ses nedir?
Ağustos böceği sesi,Vapurun denizde giderken çıkardığı ses ve düdüğü,
6.Nefret ettiğiniz ses nedir?
Yemek yerken ağız şapırdatması,yüksek sesle gülen insanlar.
7.Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
paramı kazandıktan sonra her işi yaparım,ama insan satmam
8.Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
Müzik aleti çalabilmek isterdim o yeteneği kendimde görmüyorum.
9.Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
En güçlüsü,en zekisi,en yeteneklisi,en......,en........Olmadığımı kim söyledi :)
10.Nerede yaşamak istersiniz?
Dünyanın heryerinde biraz olsun kalmak sonra tekrar evime(izmir'e)dönmek.
11.En önemli kusurunuz nedir?
Bazen kendimi ifade edemem.Yeni tanıştığım insanlar uzaktan çok sert göründüğümü düşünüyorlar.Bunun önüne geçemedim.
12.Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?
Tuvalette gazete okumak ve music dinlemek.Sabahları geç kalıyorum.
13.Kahramanınız kim?
Çizgi romanda Wolverine,Gerçek hayatta babam.
14.En çok kullandığınız küfür nedir?
S.ktir git,.ezevenk,yezid,....
15.Şu an ki ruh haliniz nasıl?
ortadan geçer
16.Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
savaşma seviş :D
17.Mutluluk rüyanız nedir?
İstediğim ve düşlediğim aileyi kurabilmek.
18.Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
Hiçbirşey yapmadan boş oturuyor olamak.
19.Nasıl ölmek istersiniz?
3 gün yatak sonra toprak.
20.Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı'nın kapıda size ne söylemesini beklersiniz?
Bi defa beni kapıda karşılayacağına emin değilim.
Ama huzuruna çıkarsam şöyle diye bilir;Oooooo Kimleri Görüyorummmm ......
Mimledim Gökyüzü ve Serrose'yi :D
1.En sevdiğiniz kelime nedir?
Mesela,ondan sonra
2.En nefret ettiğiniz kelime nedir?
Aşkım,cicim..vb samimiyetsiz buluyorum.
3.Sizi ne heyecanlandırır?
Hız,aldığım bir işi zamanında bitirebilecekmiyim düşüncesi
4.Heyecanınızı ne öldürür?
Yaptığım işe eleştiri
5.En sevdiğiniz ses nedir?
Ağustos böceği sesi,Vapurun denizde giderken çıkardığı ses ve düdüğü,
6.Nefret ettiğiniz ses nedir?
Yemek yerken ağız şapırdatması,yüksek sesle gülen insanlar.
7.Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
paramı kazandıktan sonra her işi yaparım,ama insan satmam
8.Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
Müzik aleti çalabilmek isterdim o yeteneği kendimde görmüyorum.
9.Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
En güçlüsü,en zekisi,en yeteneklisi,en......,en........Olmadığımı kim söyledi :)
10.Nerede yaşamak istersiniz?
Dünyanın heryerinde biraz olsun kalmak sonra tekrar evime(izmir'e)dönmek.
11.En önemli kusurunuz nedir?
Bazen kendimi ifade edemem.Yeni tanıştığım insanlar uzaktan çok sert göründüğümü düşünüyorlar.Bunun önüne geçemedim.
12.Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?
Tuvalette gazete okumak ve music dinlemek.Sabahları geç kalıyorum.
13.Kahramanınız kim?
Çizgi romanda Wolverine,Gerçek hayatta babam.
14.En çok kullandığınız küfür nedir?
S.ktir git,.ezevenk,yezid,....
15.Şu an ki ruh haliniz nasıl?
ortadan geçer
16.Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
savaşma seviş :D
17.Mutluluk rüyanız nedir?
İstediğim ve düşlediğim aileyi kurabilmek.
18.Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
Hiçbirşey yapmadan boş oturuyor olamak.
19.Nasıl ölmek istersiniz?
3 gün yatak sonra toprak.
20.Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı'nın kapıda size ne söylemesini beklersiniz?
Bi defa beni kapıda karşılayacağına emin değilim.
Ama huzuruna çıkarsam şöyle diye bilir;Oooooo Kimleri Görüyorummmm ......
Mimledim Gökyüzü ve Serrose'yi :D
7 Ocak 2009 Çarşamba
Farkında ol, AIDS gerçek!
Her yıl 3 milyon kişinin ölümüne neden olan AIDS tehlikesine karşı, 16 Ocak 2009’da www.uzunmetraj.com önderliğinde, www.karaklm.com ve karakalem dergisi destekleriyle , Eskişehir Glow Bar’da, AIDS’le mücadele etkinliği düzenlenecek.
Sosyal sorumluluk adına yapılacak gecede, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara karşı tek korunma yöntemi olan kondom dağıtılarak, AIDS’in önemi vurgulanacak. Ayrıca AIDS’in bulaşma yolları ve AIDS’le yaşayan insanlara karşı yapılan ayrımcılığı konu alan bilgilendirme formları ve slayt gösterimleri de yer alıyor.
Kültür-sanatın nabzını tutan uzunmetraj.com sitesi ise yapılacak çekilişle, 10 şanslı katılımcıya 10 kült filmin Dvd’sini hediye edecek.Genç kuşağın yeni gözdelerinden olan Radar Grubu ise şarkılarıyla geceye destek verecek. Projeyle ilgili gelişmeleri www.uzunmetraj.com ve www.karaklm.com sitelerinden takip edebilirsiniz.
16 Ocak 2009 Cuma Saat: 22.00 Eskişehir Glow Bar
Not: Farkında ol, AIDS gerçek! etkinliği, İstanbul, Ankara ve İzmir’ de de yapılacaktır.
Proje Sorumlusu ve İletişimGenel Koordinatör
Tetiş UYGUN
info@uzunmetraj.com
tetish@uzunmetraj.com
Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
6 Ocak 2009 Salı
Hint Mitolojisinde Kadın ve Erkek yaratılışı
Kadın nasıl yaratıldı?
Tanrı;
Yaprağın hafifliğini,
Ceylanın bakışını,
Güneş ışığının parlaklığını,
Çiğin göz yaşını aldı.
Rüzgarın kararsızlığını,
Tavşanın ürkekliğini,buna ekledi.
Onların üzerine mücevher taşlarının sertliğini,
Balın tadını,
Kaplanın yırtıcılığını,
Kışın soğuğunu,
Saksağanın gevezeliğini,
Kumrunun sevgisini kattı.
Bütün bunları karıştırdı,
Eritti,Ve Kadını Yarattı.
Yarattığı kadını erkeğe armağan etti.
Erkek nasıl yaratıldı?
Tanrı;
Kaplumbağanın yavaşlığını,
Boğanın bakışını,
Fırtına bulutlarının Kasvetini,
Tilkinin kurnazlığını,
Tayfunun dehşetini aldı.
Sülüğün yapışkanlığını ,
Kedinin nankörlüğünü,
Hindinin kabarışını,
Gergedan derisinin sertliğini ekledi.
Bunların üzerine,
Ayının kabalığını,
Bukalemunun şıpsevdiliğini,
Sivrisineğin vızıltısını katttı,
Ve Erkeği yarattı.
Yarattığı erkeği adam etsin diye kadına verdi.
Tanrı;
Kaplumbağanın yavaşlığını,
Boğanın bakışını,
Fırtına bulutlarının Kasvetini,
Tilkinin kurnazlığını,
Tayfunun dehşetini aldı.
Sülüğün yapışkanlığını ,
Kedinin nankörlüğünü,
Hindinin kabarışını,
Gergedan derisinin sertliğini ekledi.
Bunların üzerine,
Ayının kabalığını,
Bukalemunun şıpsevdiliğini,
Sivrisineğin vızıltısını katttı,
Ve Erkeği yarattı.
Yarattığı erkeği adam etsin diye kadına verdi.
5 Ocak 2009 Pazartesi
2009 beklentileri mimi
Boogie 'nin mimlemesiyle 2009'dan neler beklediğim;
1)Bu yıldan ve gelecek yıllardan kendi adıma tek bekletim sağlıklı ve huzurlu geçmesi.
2)Ailem için sağlık mutluluk. Stressiz bir yaşam.
3)iş açısından beklentilerim her zamanki gibi daha iyi bir yöne doğru gitmesi.
4)Dünya açısından ütopik olucak ama savaşsız ve açlığın olmadığı bir dünya.
Kim bilir belki gerçekleşir.
Bende Kaçakgay ve Tiglion'u mimledim.
1)Bu yıldan ve gelecek yıllardan kendi adıma tek bekletim sağlıklı ve huzurlu geçmesi.
2)Ailem için sağlık mutluluk. Stressiz bir yaşam.
3)iş açısından beklentilerim her zamanki gibi daha iyi bir yöne doğru gitmesi.
4)Dünya açısından ütopik olucak ama savaşsız ve açlığın olmadığı bir dünya.
Kim bilir belki gerçekleşir.
Bende Kaçakgay ve Tiglion'u mimledim.
4 Ocak 2009 Pazar
3 Ocak 2009 Cumartesi
Kot reklamı
2 Ocak 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)